2015 İstanbul Onur Yürüyüşü: Just in Biber!
Çok geçmedi üzerinden 28 Haziran’ın. Malum tarih, hani şu sapıkların yoldan çıkmışların yürüyüşü vardı. “Çoğunluk” böyle hatırlar. Sahi ne oldu orada? Neden onca insan oradaydı? Ne için? Ne uğruna?
Nereden başlasam bilemiyorum. An be an bütün yaşananlara, devlet eliyle kışkırtılmış sivil halkın da, polisin de zulmüne, hakaretine, şiddetine şahit olmuş biri olarak hayretler içerisinde yeniden hatırlayarak yazıyorum.
Öğlen 14.00’te Galatasaray Lisesi önündeyiz, öyle de esaslı sapıklarız ki sormayın! Çeşit çeşit isimler takıp kendimize bir de örgütlenmişiz utanmadan, bak sen! Toplumsal Dayanışma İçin Psikologlar Derneği (TODAP), Türk Psikologlar Derneği (TPD), İstanbul Tabip Odası (İTO), Türk Tabipler Birliği (TTB), Ruh Sağlığında İnsan Hakları Derneği (RUSİHAK), Toplumcu Psikologlar, Travma Çalışmaları Derneği, Psikolojik Danışmanlar Derneği (PD-DER), Psikoloji Öğrencileri Meslek Yasası Platformu (PÖMYAP), Türk Psikoloji Öğrencileri Çalışma Grubu (TPÖÇG) enikonu bir olmuşuz da ruh sağlığı çalışanları, psikiyatristler, psikologlar, psikolojik danışmanlar ve sosyal hizmet uzmanları basın açıklaması yapacağız. Birkaç medya organı önünde Türkçe (okuyacak arkadaşlarımızın katılamamasından dolayı Kürtçesini yapamadığımız) basın açıklamamızı yaptık, bayraklarımız elimizde olaysızca Leylek’e doğru yol alırken o da nesi? Polis bariyeri! Şaşkınız! Hayırdır, diye sorarlar adama hâliyle! Polisten sert ve net bir uyarı: “Siyasi simge içeren bayrak yasak! Kapatın bayrakları öyle geçin!” Büyük bir anlayamamazlık içinde siyasi simge içeren bayrak ararken gözlerimiz çok geçmeden anladık ki kastedilen bayrak bizim bayraklar! Evet, evet hani şu rengârenk olan gökkuşağı bayraklarımız! Haberiniz olsun artık LGBTİ olarak dünyaya gelmek direkt olarak bir siyasi gruba dâhil olmak demek.
Hâliyle şaşkınlığımız devam ediyor tabii! Basın sözcümüz Özge hararetli bir biçimde tartışıyor ama görmelisiniz harbiden direnişin “o” biçimi! En son polise “Bayraklarımızı kapattırabilirsiniz. Peki, renklerimizi nasıl alacaksınız?” diye feryat ediverdi! Ardından gülmeye başladı.
Barikatı aştıktan sonra Leylek’e geçerken de açıkladı gülmesinin sebebini “Ya abi kime ne anlatıyorum, baksana adama kurduğum cümleye ‘Peki renklerimizi nasıl alacaksınız?’ diyorum”.
O an kimse bilmiyordu bu iletişimsizliğin bütün güne hâkim olup hiç kimsenin birbirini anlamayacağını. Belliydi bir şeyler ters gidecekti. Leylek’teydik, yürüyüş öncesiydi,
fısıltılar başladı, Nasıl ya, polis mi kesti önünüzü? Bu sene ne oldu yahu böyle? Ne alaka yani? Sorular, sorular… Herkes olanı biteni anlamaya çalışıyordu hâliyle.
Saat 16.00’da lolipoplar, bayraklar dağıtılacaktı, Tel Sokak’taki Sosyalist Feminist Kadın İnisiyatifi’nin (SFK) binasının önünden önce oraya geçilecekti ama 15.15 gibi şeytan dürttü beni resmen, kendi kendime dedim “Gidip başımıza gelenleri anlatayım. Sadece basın açıklamasında 50-60 kişiye karışan polis yürüyüş için neler yapmaz!” Hay dilimi eşek arısı soksaydı! Şom ağzım oracıkta kopsaydı keşke! Daha SFK sokağına girerken sokakların tamamını kapatmıştı polis. Belliydi bir şeyler olacağı “Saçmalama!” dedim kendi kendime “Senelerdir yapılan yürüyüş ne olabilir ki?” Sonunda SFK’ye vardım Onur Haftası komitesi üyeleri, liseli LGBTİ, translar, ayılar, lezbiyenler, geyler, destek veren heteroseksüeller herkes orada. Bayraklar, lolipoplar dağıtılıyor. Gullümün bini bir para… Onur Haftası komitesinden Bilge orada, o sıra yanına gittim dedim böyle böyle, polis ile basın açıklamasında aramızda geçenleri anlattım. Nereden bilsin ki işin buralara varacağını? “Oluyor her sene öyle bir sorun, çıkmaz bence.” Dedi. Yüreğime su serpildi resmen tamam dedim içimden, sıkıntı çıkmaz artık.
Saat 17.00’de Tel Sokak SFK önünden elimizde rengârenk bayraklarımız, lolipoplarımız, pankartlarımız, abiyelerimiz, makyajlarımız yola çıktık. Artık şov başlamalıydı tabii. Şov başlamalıydı başlamasına da bir de ne görelim? Sokağın İstiklal Caddesine çıkan kısmı etten duvarla kapatılmış. “Durun polis!” Kalabalığın önünde ellerinde megafonlarıyla birlikte Onur Haftası komitesinden Levent ve Görkem vardı, herkesi ne olursa olsun sakin olması ve komite haricinden kimseyi polisle muhatap olmaması için uyardılar. Levent aynı zamanda bir avukat olarak tabi ki bu işin hukuksuz olduğunu biliyordu ve bunu düzgünce sakin bir biçimde anlatmaya çalışırken birden ismini cismini bildiğim, aslında yabancı olmayan ama uzun zamandır tadını, kokusunu unuttuğum bir şey sardı etrafı, nefes almak ne mümkün! Öksüren öksürene… Öyle bir şey ki şöyle düşünün bir an nefes alamadığımdan elimi yumruk yapıp ciğerlerime vururken buldum kendimi. Ortalık savaş alanı, kaçan kaçana… Levent sözünü tamamlayamadan hep beraber geri tel sokağa koştuk, şanslı olanlarımız SFK binasına sığındı. SFK 3. katta olmasına rağmen sokaktaki yoğun gaz resmen ciğerlerimize işlemişti. Derneğin içi de sokaktan farksızdı.
SPOD Derneği’nden Sezen’in ayağına gaz fişeği isabet etmişti, çok şükür ki iyiydi! Fiziksel olarak en azından öyle görünüyordu Kimse anlam veremiyor bütün komite üyeleri ve diğer derneklerden üyeler olarak SFK binasında kelimenin tam anlamıyla tıkılıp kalmıştık. Dışarı çıkmak lazımdı. Onca insan dışarıda şiddet görüyor, aşağılanıyor, gaz ve plastik mermi yiyor, direniyordu. Çok geçmeden SFK’nin içi de kısa bir süreliğine gazdan nasibini aldı ardından Levent ve bir avukat arkadaşı basın açıklaması yapmak üzere polisle konuşmak için SFK binasından ayrıldı. Onların ardından orada bulunanlar olarak dışarda herkes direnirken dernekte oturmanın doğru olmayacağını düşünüp çıktık Tel Sokağa. Yaklaşık 300 kişiydik, Beren’in elinde megafon sokağın iki ucunu da polis kapatmış. Gerçekten düşününce eğer amaç İstiklal’e sokmamaksa İstiklal’e giriş kapatılır sokağın diğer ucu eylemcilerin uzaklaşacağı şekilde boş bırakılır değil mi? Peki amaç neydi? Sokağın her iki ucunu kapatıp araya kıstırdıkları insanların canına kastetmek mi?
Herkes birbirini sakin olması konusunda uyarıyordu ve zaten sakin olan taraf bizdik. Yurdun dört bir yanından, çeşit çeşit etnik kökenden ve kültürden gelen bir sürü insan kol kola girmiş “Kara üzüm habbesi, LGBT canım!”, “Poliiiiiiiiiiis gaza geldik ay ay ay ay!”, “Nerdesin aşkım?” sloganlarıyla sokağı inletiyordu. Bir düşünsenize biber gazına, cop darbelerine ve plastik mermiye karşı sloganlı, şarkılı insanlar var karşınızda! Beren elindeki megafondan başladı “Ablan kurban olsun sana.” söylemeye, bir de ardından sordu “Helal mi?” diye. Yüzlerce kişi tek bir ağızdan cevapladık: “HELAL!”
Sanıyorum bu hâl biraz kızdırmış olacaktı çevik kuvveti çünkü bu ufak gösterimizin ardından yine bizi ölümüne gazlamaya başlamışlardı! Sırayla SFK’ye yüzü gözü kıpkırmızı gazdan etkilenmiş insanlar taşınıyor, orada gelenlere ilk yardım yine kendi aramızda yapılıyordu. Bazen bir telefonla içimiz kalkıyor, içimizden birine gaz fişeğinin denk geldiği haberi geliyor, ardından tamam sağlığı iyiymiş haberini alınca derin bir oh deme hâlinden sonra “Eeee ne duruyoruz ayol! Direnişe devam!” durumuna geçmemiz saniyeleri almıyor.
Bu sırada SFK’nin camında ürkek ürkek aşağıyı seyreden bir teyze gözüme takılıyor. Hani şu her gün mahallenin arşa en yakın noktasından sebzeciye sepet uzatan, elinde üç burma bileziği, mahalle terzisinde diktirdiği döpiyesini üstüne giyip yavrusuyla direnmeye gelmiş o teyze. Ha, işte evet tamam buldun! Tanıdın onu. O bir anne. Senin, benim, bizim annemiz. Tir tir titriyor korkudan. Korku dolu gözlerle gözlerime bakıyor, elleri ellerimi tutmuş. “Yavrum siz kime ne ettiniz de bunlar sizi öldürmeye çalışıyor?” deyip bana sarılıyor. Gözlerim dolu dolu sımsıkı sarılıyorum ona. “Teyzeciğim korkma sen, buradasın, yanımızdasın ya bize bir şeycik olmaz. Biz zaten kazanmışız baksana.” diyorum. İşte o an şartellerim attı sanırım. Kelimenin tam anlamıyla “Anamızı ağlatmaya ne hakları var yahu!” dedim içimden. O sırada herkes benimle aynı düşünüyor olacak ki attık kendimizi sokağa. Ara sokaklardan önce Atlas Pasajına, Atlas Pasajı içerisinden İstiklale çıktık. Aaa, bildiğin İstiklale çıktık! Afalladık önce. Bir şaşırdık.
Ortalık mahşer yeri. Biz çıktık birden bire değişti atmosfer bayram yerine döndü her yer. Herkes, hepimiz oradayız. Bu yazıyı okuyan sen, henüz okuyamayan bir sürü LGBTİ, ben, ağlayan anne, gaz fişeği yiyenler, coplananlar, plastik mermiden delik deşik olanlar hepimiz çıktık be, çıktık taksime! Sloganlar havada uçuşuyor. Kimisi şarkılar söylüyor: “Hür doğdum, hür yaşarım kime ne? Kime ne?” Kimisi sloganlar atıyor hep bir ağızdan “Jin Jiyan Azadi.” Gözlerim dolu dolu bilmem gazdan, bilmem duygulandığımdan pek de umursamıyorum artık, İstiklaldeyiz yahu! Tünel’e yürüyoruz daha ne olsun?
Sloganlar eşliğinde vardık Tünel’e. Varır varmaz da aldık haberi. Bir sonraki TOMA’nın gelişi çok da geç değilmiş. Bayrakları astık Tünel’e yarım yamalak da olsa. Basın açıklamamızı yaptık, sesimizi yine, yeni, yeniden duyurduk herkese. Her şey biterken arkadan yaklaşan TOMA göründü yine ufukta ama tam o sırada kafamı çevirdiğimde gördüğüm kare her şeye yetti.
Onur Haftası komitesinden Görkem ve Boysan ağlayarak sarılıyorlardı birbirlerine “Başardık” diye. Sonra LİSTAG aile üyesi ve Benim Çocuğum belgeselindeki Sema anne geldi ikisini öyle içten bir şekilde kucakladı ki “Başardık annecim.” dedi ağlayarak, “Başardık!”. TOMA yaklaşıyormuş! Hah umurumuzda mı? İşte böyle ONURLU ve GURURLU gözyaşları eşliğinde bitti o gün! Bir ŞEREF mücadelesiydi o gün, her rengin özgürce kendini kısıtlamadan haykırdığı bir gündü!
Öyle bir gün ki “Sokak ortasında soyundular. Ahlakımızı bozdular.” diyenlere cevaptı. Bu zamana kadar insanlara direttiğiniz hastalıklı ahlakınıza bir cevaptı. Öldürdüğünüz her bir LGBTİ için “Biz buradayız!” diyebilme şekliydi. Mütemadiyen yok saydığınız seks işçilerinin, travestilerin çığlığıydı. Toplum baskısıyla reddettiğiniz, parası varsa isminin sonuna “hanım”, parası yoksa isminin başına “dönme” eklediğiniz her trans kadının sesiydi. Sapkın genel ahlakınız yüzünden duşa her girdiğinde memelerini kesmek isteyen trans erkeklerin haykırışıydı. Hakkınız varmış gibi utanmadan “Kanka ya şimdi hanginiz erkek, hanginiz karı puhahahaha?” laçkalıklarıyla sohbetlerinize malzeme ettiğiniz, aklınızca dalga geçtiğiniz her bir gay ve lezbiyenin direnişiydi. Karakterini bulamamış, yolunu kaybetmiş dediğiniz her bir biseksüelin feryadıydı. Ucube, deyip toplumdan dışladığınız her bir interseksin “Biz buradayız.” deme biçimiydi! 28 Haziran’ı siz unutturmak isteseniz de dünya unutmayacak. Tarih bu ülke için cesaretin, kahramanlığın miladı olarak bugünü anacak.
Sizin şiddetinize, mermilerinize, hakaretlerinize, nefretinize karşı Mabel’in “Üstat biz çiçek yetiştiriyoruz ağzımızda, açalım da gör!” dediği çiçekler artık ağzımızda açtı, LGBTİ o bayrağı o Tünel’e o gün astı mı? Astı! Ne kadar uğraşırsanız uğraşın, siz TOMA’dan çıkan tazyikli suyun yaptığı dalga köpürmesini ve ortaya çıkarttığı gökkuşağının bizim için ne demek olduğunu ANLAYAMAZSINIZ!
Şimdi haydi hep bir ağızdan bağırın ulan: “LGBTİ çok yaşa!” diye.
Hazırlayan: hepberabear
Bu yazı ilk defa Homojen Dergi‘nin 1. sayısında yayınlanmıştır.